YENİ NORMALDE FİZİKSEL ORTAMDA EĞİTİM YAPMAK
Yakın zaman önce, Temmuz ayının ilk haftasında bir eğitim için Afyonkarahisar’daydım. Ay ve gün bilgisinin yanına yıl olarak 2020’yi ekleyince işler biraz karışmaya başlıyor. Aslında 2020 yılını çıkarırsak, eğitim bundan önce yaptığım sayısını bilmediğim eğitimlerden farklı değil, ancak işin içine 2020 yılı ile birlikte Covid19 salgını da girince işler değişiyor. 2020-Mart ayının ilk haftası yaptığım son eğitimden beri, ilk defa yüz yüze, fiziksel olarak bir eğitim deneyimledim ve yaşadığım o ilginç deneyimleri de kalıcı olması için bir yazıya dönüştürmek istedim.
Bahsettiğim bu eğitim hayatımdaki bu yeni dönemin ilk eğitimi idi. Salgının yoğun yaşandığı, sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde hepimiz deneyimlerimizden yola çıkarak bu tip eğitim ortamlarına ilişkin tahminlerde bulunduk, dilimiz ve aklımız elverdikçe konuştuk veya konuşulanları dinledik, notlar aldık ve bu yeni döneme kendimizi bir şekilde hazırlamaya çalıştık. Her ne kadar yıllardır sayısız eğitimler yaptım, organize ettim, en zorlu katılımcılarla çalıştım desem de, bu sefer doğası gereği farklı olacağını biliyordum. Zira aklımda bulunan, deneyimlerimden gelen tüm sabitleşmiş doğrularımın çatladığını ,hatta kırıldığını da biliyordum. Bildiğimi sandığım, böyle bir bilinmeze doğru eğitim hazırlığı idi benimkisi. Yapacağım sunum, anlatacaklarım hepsi hazırdı. Ancak eğitim sadece bunlardan ibaret değildi, olmamalıydı, olamazdı.
Sonuç olarak tam 5 gün boyunca dört duvar bir ortamda, yetişkinlerle, bildiğim bir konu üzerine çalışacaktım. İstediğim aktiviteyi, metodolojik yaklaşımı planlayabileceğim zamana sahip olacağım bir eğitim olsa da “maske + sosyal mesafe + hijyen” başlıkları girince işler değişiyordu tabi.
Metodolojik planlama kısmında grup çalışması çok yaptıramayacağımı düşünsem de bazı kontrollü aktiviteler mantıklı gelmeye başlamıştı. Öncelikle kurallar çok net idi:
Fiziksel sosyal mesafe uygulanacak,
Katılımcılar temas etmeyecekler,
Elden ele bir materyalin dolaşması mümkün olmayacak,
Ortamın havalandırması klimayla değil, sıcak havaya ve dışardan gelen araç gürültüsüne rağmen camları açmak suretiyle yapılacak.
Zaten bütün bunları ben atlasam da ,eğitimin başında beklentiler ve eğitime dair düşünceleri konuşurken ,sınıftan bu talebin gelmesi ister istemez ortama farklı bir hava getiriyordu.
Derken bu beklentiler ile eğitim başladı…
Hijyen konusunda ortamın gözle görünen temizliği yeterince iyiydi. Sınıfın klima ile değil de doğal yollarla havalandırılması, zaman zaman trafikte sıkışan ambulansın ve yüksek egzoz seslerinin dışında sorun olmuyordu. Ancak bir eğitmen olarak maske ve sosyal mesafenin beni zorlayacağı kesindi. Bir Tibet Atasözü “Bir kere alıştıktan sonra, hiç bir şey zor değildir” dese de buradaki detay, bu sürece alışmamızın ne kadar süreceği idi. Aslında eğitmen olarak sahnenin avantajı ile herkesten yeterince uzak olduğum için maskesiz konuştuğum zamanlar çok oldu, ancak katılımcılara doğru 2. adımı attığım anda maskemi takmam gerektiğini asla atlamadım. Aynı durum katılımcıların gelip bir soru iletecekleri zamanda geçerli idi. Elin sürekli tetikte beklemesi gibi, maskenin bir ucu elimde dolaşır durumdaydı. Aynı sürecin bir de katılımcı için sorun boyutu var. Zira katılımcıların sürekli maske ile oturuyor olmaları, hava sıcaklığı ile birleşince sizi sık sık derse ara vermeye götürüyordu. Artık yetişkin eğitimlerinde zaman zaman 90 dk.ya çıkan oturumların yeni süresi bence 40-45 dk. olmuştu bile. Ortamı havalandırmak, herkesin temiz hava soluması gibi nedenlerle oturumların süresi değişmişti. Maskenin içinde hava solumak katılımcının konsantrasyonunu bir süre sonra düşürmeye de başlıyordu.
Gelelim işin metodolojik kısmına… İşte en azından bu dönemde grup çalışmalarının, oyunların, hareketlendiricilerin çoğunu –umarım geçici bir süre- rafa kalkması gerektiği zaman diliminde olduğumuzdan uygulamadık. Pek tabii ki, temasa gerek kalmadan, yakınlaşmadan da uygulanabilecek çok yöntem var ancak bu yöntemler için de mekanın genişliği, konunun uygunluğu gibi diğer kriterler de işin içine giriyor. Yıllarca grup çalışmaları, takım oyunları, hareketlendiriciler, grubun dinamiklerine göre fiziksel temas içeren oyunlar, kağıt paylaşımları, renkli kalemlerin, balonların, kartların elden ele dolaştığı yaygın eğitim metodolojisini o kadar çok uyguladık ki, şimdi internetteki birçok kaynağa göre 80-90 nanometre boyutunda olan virüs bütün bildiklerimizi, deneyimlerimizi değiştirdi ve bize bu yeni kuralları öğretmeye başladı. Bu değişim öyle bir geldi ve hayatımızın her köşesinde yaşandı ki eğitim de bu değişimden nasibini aldı.
Bir başka nokta ise, aynı eğitim ortamını kullanan (varsa) diğer eğitimlerin katılımcıları. Onların bu kurallara uyması/uymaması da sizi kendi katılımcılarınız ile veya organizasyonu yapan kişileri, katılımcılar ile karşı karşıya getirebiliyor. Çay-kahve aralarında başka salonlardaki katılımcıların kurallara dikkat etmemelerinden dolayı da şikâyetler dile getiriliyor ve çözülmesi beklenebiliyor. Konu sağlık ve salgın konusu olunca “idare edilebilecek” bir konu olmadığından, çözülmez ise süreç,katılımcıların eğitim ortamını terk edebilecekleri bir seviyeye kadar ilerleyebiliyor . Neyse ki hiçbirini yaşamadık! Güzel bir şekilde eğitimi tamamladık.
Salgın, eğitim ortamına da farklı açıdan bakmamızı sağlamıştı, her metodolojiyi düşünürken dikkat ettiğimiz en ince detayların yanına, başka detayları da eklemişti. Gündelik hayatta zorlandığımız detaylar, eğitim hayatımıza da girmişti. Hayat öğrettikleri ile eğitmeye devam edecekti, zorlayacaktı. İşte bu nokta da bana “Eğer yürüdüğünüz yolda hiç bir zorluk yoksa o yol sizi hiç bir yere götürmez” diyen Bernard Shaw’u hatırlattı.
Bakalım bu yeni öğrenme sürecinde kimden hangi sözleri hatırlayacağız?